12 Eylül 2013 Perşembe

Yarın güneş çıkacak - gri ve yalnız bir gün yaşıyorsan....

"Yetimhanede üzüldüğüm zaman bir şarkı vardı ve beni iyi hissettirirdi… Beni hep neşelendirirdi…" Annie



TOMORROW

The sun'll come out 
Tomorrow
Bet your bottom dollar 
That tomorrow 
There'll be sun! 

Just thinkin' about
Tomorrow 
Clears away the cobwebs, 
And the sorrow 
'Til there's none! 

When I'm stuck a day 
That's gray, 
And lonely, 
I just stick out my chin 
And Grin, 
And Say, 
Oh! 

The sun'll come out
Tomorrow 
So ya gotta hang on 
'Til tomorrow 
Come what may 
Tomorrow! Tomorrow!
I love ya Tomorrow! 
You're always
A day
A way! 
YARIN

Yarın güneş çıkacak
Yarına kadar dayanmalısın
Yarın güneş olacak!



Sadece yarını düşünüyorum
Yarın
Tüm örümcek ağlarını
Ve üzüntülerini bitirip
Yok eder

Gri
Ve yalnız bir gün
Yaşıyorsam
Başımı dik tutar,
Gülümserim
Ve derim ki

Güneş çıkacak
Yarın
Dayanmalısın
Yarına kadar
Gel ne olursan ol
Yarın! Yarın!
Seni seviyorum Yarın!
Yalnızca daima
Bir gün
Uzaksın



Yukardaki sözler Annie filmine ait. Bu film 1982 yılında bir Broadway müzikalinden adapte edildi. Müzikal ise 1924 yılında yayınlanan bir çizgi romandan uyarlandı (Harold Gray). Müzikal 1933 senesinde sahneye kondu. Amerikanın ekonomik buhranında kişilere ümit vermek adına... Bunca senedir çocuklara umudu aşılıyor.... (Amerika'lıların en imrendiğim yönü bu, medyayı kullanarak çocuklarına umudu, iyiyi, cesareti aşılamaları...)

Neredeyse 100 yıl sonra bizim ümide ihtiyacımız olduğunda seyrettim ve paylaşmak istedim...




16 Ağustos 2013 Cuma

Çocuk eğitmek - 10 dakikalık servis gecikmesinin anatomisi

Eğitim şart! Hepimiz çocuklarımızı imkanlarımız dahilinde en iyi okullara göndermeye, pek çok aktiviteye dahil etmeye çalışıyoruz. Uzmanlara danışıyoruz, kitaplar okuyoruz. Ancak en önemli konuyu atlıyoruz, onlara örnek olmayı... hayatın en küçük detaylarında...

8 yaşındaki kızımı 3 haftalık bir yaz kampına yazdırmıştım ve bugün ilk haftanın son günüydü. Kamp evimizden bayağı uzak olmasına rağmen çok methedildiği için denemek istemiştik. Aslında kamp çoğu katılımcıya uzaktı, hemen hemen tüm çocuklar da servis kullanacaklardı. Kampın ilk günü, kızımın 2. sırada alınacağını ve yaklaşık 35 dakikalık bir toplanma süresinden sonra ana yola koyulacağını ve toplam 1 saat civarında kampta olunacağını öğrendim. Eh, gülü seven dikenine katlanır, sonuçta dünyanın her yerinde her gün okula 1 saat yürüyen çocuklar yok mu? Bizimkiler şanslı bile...

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve çocukların toplanması her sabah 1 saati buldu, kampa 1.5 saatte varıldı. Kızımı araba tuttu, servis nedeniyle kampa gitmek istememeye başladı. Ben de servis şirketini aradım, onlar da haklı, toplam çocuk sayısı anca bir minibüs ediyor ve hemen hemen herkes sitede oturduğu için sitelere girip çıkmak vakit alıyor. Hele bir de çocuk birkaç dakika geç kalırsa, yandılar... Yine de ikinci haftadan itibaren ikinci minibüsü devreye koyarak çocukları bölmeyi kabul ettiler.

Ben de kızımı rahat ettirmek adına, bu hafta bitene kadar, onu sabahları servisin son toplama noktasına götürmeye karar verdim. Normalde kızım kapris pek yapmadığı için gerçekten rahatsız olduğunu biliyordum.

Uzun girişten sonra bu sabah yaşanan küçük olaya gelelim ... servis 10 dakika kadar geç kaldı (toplam 1 saat toplanmanın üstüne). Arabada beklediğimiz için rahatız ama neden? Servis şöförünü aradığım zaman bir çocuğun uyanamadığı için onu 10 dakika beklediklerini öğrendim ... ve o an çıldırdım!!

Ben -  "Nasıl yani, bir çocuk için tüm çocukları bekletiyorsunuz ve kampa geç kalıyorsunuz, öyle mi?

Şöför - "Annesi telefon etti, çocuk uyuya kalmış, beklememizi istedi."

Ben - "Anne tabi ister ama sizin beklememeniz lazım, servisler prensip olarak en fazla bir dakika bekler gider."

Şöför - "Evet haklısınız ama sonra beklemeyince anneler bağırıp kızıyorlar. Bizi şikayet ediyorlar."

Ben - "Diğer çocuklara haklısızlık olmuyor mu? Madem çocuk geç kalıyor ya anne kampa götürür ya da arkanızdan size yetişir. Ben sizin yolunuza geliyorum ya..."

Şöför - "Herkes sizin gibi anlayışlı değil, ben de emir kuluyum, birşey diyemem."

Bu basit görünen olaya taraflar açısından bakarsak, şöyle düşünüyor olabilirler:

Geç kalan çocuğun annesi... "Kampa ve servise dünyanın parasını ödedim, ne var çocuğumu birkaç dakika beklerlerse? Alt tarafı yaz kampı, askeri kamp değil neticede, biraz geç kalsalar birşey olmaz. Hele bir beklemesinler, kıyameti koparırım. Çocuğum kendi başına kalkamaz, kendini idare edemez, daha küçük o."

Şoför... "Bu İstanbul trafiği de felaket. Ne yapayım doldurmuş şirket sahibi dağınık oturan çocukları, netice de benim yüzümden geç kalınmıyor. Ben zamanında başlıyorum. Bana bağırılmasın, ben şikayet edilmeyeyim de ne isterlerse yaparım. Şu son binen kızın anası da dert oldu başıma."

Servis şirketi..."Çocuklar şikayet etmese ne güzel halletmiştik. Nerden çıktı şimdi bu kadın. Her gün arıyor. Ne var oturuversin çocuğu, amma nazlıymış. İkinci minibüse de para ver şimdi, ben az kazanacağım."

Geç kalan çocuk..."Üf şu yaz kampı da nereden çıktı. Bütün gün havuzda, ipod falan oynamak varken. Zaten uykum da var, yaz tatili değil mi, gece yarısına kadar otururum. 3 ay yetmez tatil 5 ay olmalı. Sabahları kalkmak çok zor. Servise geç mi kaldım, haberim yok. Annem uyandırmadı. Ben çalar saatle uğraşamam. Annem halletti, Ailem benim için herşeyi halleder."

Benim kızım..."Annem çıldırdı! En iyisi susup sessizce servise binip gideyim."

Ben..."Kimse üstlendiği işi hakkıyla yapmıyor. Sorumluluğunu almıyor. Konuşşsan ne fayda? Havanda su dövüyorsun. Koca koca ünvanlı adamlar sınırları çizemezken bu ülkede, servis şoföründen nasıl beklersin? 50 yaşındaki adamların donlarını anneleri yıkarken, 8 yaşında bir çocuğa çalar saatin önemini nasıl anlatırsın? Michelle Obama 6 yaşında başlamış çalar saat öğretmeye çocuklarına, biz de 60'ında bile herkes her yere geç kalıyor ve kimse umursamıyor. Ülkenin Ata'sına saygı gösterilmezken, başkalarına saygıyı nasıl öğretirsin?"

Neyse ... Ben yine de kızımın her sabah çalan 2 alarmını kurmaya devam edeyim (biri kalkmak, diğeri servise inmek için) çantasını geceden ona hazırlatayım,  yaz kış saat 10'u geçirmeden yatırayım, başkalarına saygılı olmasını anlatayım, haksızlığa uğradığında teselli edeyim.

Bu arada çocuklar uyuya kalmaz, anneler kalır!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Kaygınızı şu dakika düşürün! 3 derin nefes tekniği...

Bedenimizde iki çeşit sinir sistemi vardır: sempatik ve parasempatik. Sempatik sinir sistemi, harekete geçirip, enerji verip, kaç-savaş cevabını üretirken bizi yaşlandırır! Parasempatik sistem ise rahatlatır, sakinleştirir. Beden dinlenmedeyken gerçekleşen aktivitelerden sorumludur: yenilenme, oranım, güçlenme... 

Derin nefes alımının parasempatik sinir sistemini uyardığını artık biliyoruz. "Bedenin tüm otomatik fonksiyonları içinde (kardiyovasküler, hormonal, bağışıklık, sindirim, ...) sadece nefes bilinçli bir şekilde kontrol edilebilir" diyor Dr. Richard P. Brown ve Dr. Patricia L. Gerberg, Nefesin İyileştirme Gücü kitaplarında (the Healing Power of The Breath)

"Bilinçli olarak nefesin hızını, derinliğini ve paternini değiştirilerek, bedenin solunum sisteminden beyine giden mesajlarını değiştirebiliriz. Bu mesajlar bedenin kendi lisanında gittiği için beyin de anlayıp cevap verebilir. Solunum sisteminin mesajları hızlıdır. Düşünce, duygu ve davranış düzenleyen beyin merkezlerinin üzerinde de çok güçlü etkileri vardır."

Yazarlar kitaplarında, stresi ve gerginliği azaltıcı çeşitli derin nefes tekniklerini anlatıyorlar. Burada en temel 3 tanesinden bahsedeceğim:

Uyumlu Nefes (Coherent Breathing)

Özetle dakikada 5 nefes alıp vermektir. Dakikada 5 nefes, kalp hızı değişkenliğini (HRV - heart rate variability) optimuma getirir. HRV, parasempatik sistemin ne kadar iyi çalıştığını gösteren bir ölçümdür. Yüksek HRV'nin, sağlıklı kardiyovasküler sistem ile strese kuvvetli cevap veren sistem ile direk ilişkilendirilmiştir. Bu nefesi uygulamak için 5 sn'de tek bir nefes alıp, 5 sn'de tek bir nefes verebilirsiniz. (5'e kadar ritmik sayarak nefes alıp, aynı şekilde nefesi vererek dakikada yaklaşık 5 adet nefesi tamamlayabilirsiniz.)

Dirençli Nefes (Resistance Breathing)

İsminden de anlaşılacağı gibi, nefes akışına direnç göstererek nefes alıp vermektir. Dilin ucunu üst ön dişlerinin arkasına değdirip, dişleri kapatıp, dudakları büzerek bu nefesi uygulayabilirsiniz. Bir pipeti kullanarak da yapabilirsiniz. Bu nefesle boğaz kaslarını sıkılaştırıp, nefes borusunun ağzını ve ses telleri arasındaki mesafeyi de daraltırsınız. Tüm müzikal sesler ses tellerini kısarak çıktığı için şarkı söylemek ve chanting denen meditatif melodiler seslendirmek, bu nefes şekline örnek olur.

Nefesi Gezdirmek (Breath Moving)

Hayal gücünüzle nefesi dolaştırın! Brown, bu nefesi içsel masaja benzetiyor... Uyumlu nefesle odaklanma zorluğu yaşayanlar için farklı bir deneyim olabilir. Hayalinizde bir güzergah belirleyip onu takip ediyorsunuz. Kitaptan bir örnek:
  • Nefes alırken, nefesi başınızın tepesine götürdüğünüzü hayal edin
  • Nefes verirken, nefesin omurganızın en altına, iki bacağınızın birleştiği yere gittiğini hayal edin
  • Her nefes alışınızda, nefesi başınızın tepesine çıkartın
  • Her nefes verişte, nefesi omurganızın bittği yere taşıyın
  • Bu yolu, nefesinizle on defa dolaşın
Nefesi gezdirmenin tarihçesi de enteresan. Yazarlar, 11. yüzyıl civarlarında, Rus hırıstiyan ortodox hesychat (?) rahipleri tarafından yaratıldığını bulmuşlar. Kutsal rus askerlerine, kötülüğü engellemeleri ve onları güçlendirmeleri için, bu nefes öğretilirmiş...

Özellikle bu dönemde, hepimizin birkaç dakikalık nefes molalarına ihtiyacı oluyor... denemesi bedava!

21 Nisan 2013 Pazar

Zor zamanları aşmak... Yeni bir yola girmek...


Lynn Robinson ile 7 sene önce tanıştım. Kendini sezgisel danışman ve yazar olarak tanıtıyor. Ülkemizde Ruhun Pusulası kitabı ile tanınıyor (Akaşa Yayınları, 2004). Ruhun Pusulası, sezgilerimizi kullanarak hayatımızı nasıl kolaylaştırabileceğimizi anlatan çok yalın ve etkin bir kitap... Lynn ile tanışma fırsatım da oldu. Yazdıklarını yaşayan ender kişilerden birisi... (www.lynnrobinson.com)



Türkçe'ye çevrilmeyen başka bir kitabından  (LISTEN: Trusting Your Inner Voice In Times of Crisisbir bölümü sizinle paylaşmak istedim. Zor zamanları aşarken aşağıdaki yazı ilham verebilir...

Sevgilerimle...


İşlerin ters gitmesi bizi daha iyi bir yere götürebilir – eğer izin verirsek ” Anne Wilson Schaef

Başarısızlık yaşadığınız bir dönemde misiniz? Belki işten çıkartıldınız, iflasın eşiğindesiniz veya çok çirkin bir boşanma sürecindesiniz. Aksini dileseniz de, bu durumlar acı ve zorluklarla doludur. Genellikle bu zor zamanlarda Yaratıcı Güç’e yönelir ve inancımızı, ruhsal bağlantımızı derinleştiririz. Yazar Paul Brunton şöyle ifade eder: “ hayatın sunduğu bir olayı ruhsal büyümeye yöneltebilirsek, o olay kötü olarak nasıl kalabilir ki…

İçgörümüz, hayatlarımızın büyük resmini görebilen içimizdeki bilge tarafımıza bağlıdır ve yaşam yolumuzda ilerlemek için neye ihtiyacımız olduğunu bilir. Sabır, güven ve inanç, hayat bize beklenmedik bir rüzgar estirdiğinde gerekli olur. Başarısız olmanız için esmez bu rüzgar. Evren’in ne yaptığını bildiğini kabul etmek zor olabilir, lakin belki de bu en az zorlayıcı olandır. Akışla beraber gitmenize ve doğmayı bekleyen yeni ve muhteşem bir hayatın sizi beklediğini bilmeye ihtiyacınız vardır.

Zor zamanlar asla devamlı değildir. Bir aksaklık yaşadığınızda, bunun sonsuza dek sürmesinden korkarsınız. Ancak, genel olarak hayatın pek çok  hayal kırıklıkları göreceli olarak kısa ömürlüdür. Hatırlamamız gereken, hepimizin yaşamımız boyunca bir noktada başarısızlığı deneyimlediğimizdir. Aktör Mickey Rooney’in dediği gibi  “ başarıya giderken, daima başarısızlıktan geçersiniz ”. Bir de başarısızlık, kendinizi içinde bulduğunuz bir durum veya olaydır. Ancak kendinizi başarısızlık olarak tanımlamaya başlarsanız tehlikeli bölgeye girersiniz.

Hayat size limonlar gönderdiğinde ve siz henüz limonata yapmayı keşfetmediğinizde, atacağınız adımlar neler olabilir?

SABIRLI OLUN :  Bu bir değişim zamanıdır ve herşey kendi ritmiyle oluşur. Süreci hızlandırmaya çalışarak çok az şey kazanabiliriz. Gitmek istediğiniz yere varmanız daha uzun süre alıyorsa, bunun bir nedeni olabilir.  Genellikle, krizin tam göbeğindeyken “ bu neden benim başıma geliyor ” sorusuna cevap bulmak zordur. İlahi bilgeliğin hayatınızda rol almasına izin verin.

EĞLENİN : İşsiz, parasız ve şanssız olduğunuz bir dönemde, eğlenmek öncelikle listenizin en alt sırasında olabilir. Onu yukarıya doğru dürtükleyin. Kendinizi mutlu etmek için yapabileceğiniz ucuz veya bedava şeylerin listesini çıkartın. Zor bir zamandan geçerken, gereksiz yere acı çekmek bir meziyet değildir.

YARDIM ve REHBERLİK İSTEYİN :  Kendinizi açıp, yaşadıklarınız hakkında konuşursanız, yardımcı olmak isteyecek arkadaşlarınızın sayısı sizi şaşırtabilir. Bunu tek başınıza yaşamak zorunda değilsiniz. Ancak çok zor bir dönemde olup, ciddi bir depresyon yaşıyorsanız, bir uzmanla konuştuğunuzdan emin olun.

KENDİNİZE NAZİK OLUN :  Yapılmış hatalarla ilgili kendini dövmek ve “ ben ne yaptim? ” çamuruna bulanmak zamanı şimdi değildir. Başarısızlık zamanlarında pekçok kişinin en zor mücadelesi, bu süreçte kendisini nasıl seveceğini bilebilmesidir. Kalbinizi ve aklınızı açık tutun. Sizi doğru yöne yönlendirecek içgüdü ve bilgeliği, en ihtiyaç duyduğunuzda bulacaksınız.

KENDİNİZLE POZİTİF KONUŞMA PRATİĞİ YAPIN :  Pesimistseniz, muhtemelen kendinizle negatif konuşmaya çok zaman ayırıyorsunuzdur. “ ben bunu yapamam ”, “ hiçbirşey bana yaramıyor ” veya “ çok kötü şansım vardır ” bunlar genel örneklerdir. Yakın zamanda bir görüşmeniz varsa veya bir konuşma yapacaksanız, kendinize ne dediğinize dikkat edin! Hislerinizde çok büyük farklılıklar yaratabilir. Herhangi bir pesimist, olumsuz  düşünceye odaklandığınızda, bilinçli olarak odağınızı değiştirmeye çalışın.
Kendinize söyleyebilecekleriniz ;
“ bunu atlatacağımı biliyorum ”
“ sakin ve rahat olmak için bugün ne yapabilirim? ”
“ iyi yaptığım pekçok şey var ve bugün onlara odaklanacağım ”.

“ küçük şeyler için terlemeyin ” kitaplarının yazarı , Richard Carlson’dan bir alıntı ile bitireceğim;
“ Korkuyu serbest bırakın. Evren sonsuz sayıda fırsata sahiptir. Etrafımızda bol miktarda mevcuttur. Hemen şimdi, sizin yolunuza çıkan bir şey görüp, şaşırabilirsiniz! ”

9 Ocak 2013 Çarşamba

Kendini ifade - 7.5 yaşın dürüstlüğü

Sınır koymak, gerçek duygularımızı, beklentilerimizi ifade etmek, istemediğimiz şeylere hayır diyebilmek...
Çocukken rahatça yapabilirken, hangi yaşlarda bunları yapmaktan vazgeçiyoruz? Başımıza gelen hangi olaylar bizi, kendimize sansür koymamıza yol açarak, dürüstçe konuşmaktan alıkoyuyor? 


Bu sorular terapi odalarının ana temaları. Tüm psikolojik, psikosomatik rahatsızlıkların altında bu konular var. Terapistler bu sorulara, dürüst, içten, samimi cevaplar buldurmaya çalışıp, hayatlara uygulatmaya çalışıyorlar. Gerçek ben'e ulaşmak, kalbimizin dileklerine kavuşmak için...


Yetişkinler açıkça konuşulmayan gerçekleri, duyguları paylaşmak isteğiyle doluyken neler yaşarlar?

Önce gerçekler, artık bastıramayacakları kadar fokurdar insanın içinde, acı vermeye başlar. 

Arkadaşlarla konuşulur, hatta gerekirse koçlarla, terapistlerle... Bir sürü kişinin fikri alınır. Genellikle farklı açılardan bakanlara sorulur ve sonunda iyice çorba olunur...

Tüm bu sürede, sağlıklı bir konuşma yapacak duygusal denge bozulduğu için, nihayetinde adeta patlama yaşanırcasına gerçek duygular "dökülür". 

Akabinde iki sonuç olur. Eğer  karşı taraftan olumlu tepki alınırsa "ay şimdiye kadar aklım nerdeydi, salak kafam, boşu boşuna kendime işkence çektirerek zaman kaybettim" denerek mutlu olunur.

Eğer karşıdan beklediğimiz cevabı alamazsak, önce hayal kırıklığı yaşarız. Ardından adeta uygunsuz bir şekilde yakalanmış gibi utanç ve pişmanlık hissederiz. Tabi önce karşımızdakine sonra da kendimize duyduğumuz öfkeyi de unutmamalı... Bu noktada tekrar destek ve savunma mekanizmalarına başvurulur...

Her durumda hissedilen ortak his "rahatlama" ve "hafifleme"dir! Birden taşıdığı tüm yükleri atmış balon gibi havalanıveririz. Adeta yeni nefes almayı öğrenmiş gibi derin nefesler alırız. Kafalar hala karışık olsa da içsel bir dinginlik ve keyif hali yaşarız. Sonuç ne olursa olsun görüşümüz berraklaşır, hayata bakışımız netleşir. Farklı bir umut dolar içimize "eee şimdi bakalım neler olacak? what is next?" 


Yetişkinlerin yukardaki süreci yaşamaları farklı sürelerde olur, birkaç saatten, birkaç güne, haftaya hatta yıla uzayabilir... Peki 7.5 yaşındaki (henüz aksi telkin yapılmamış) bir çocukta nasıl olabilir? 

Bu sabah bunu gözlerimle deneyimledim :) Kar tatili yüzünden günlerdir evde kalan kızımı eğlemek için yakın oturan arkadaşlarıyla program ayarlamaya çalışıyorum. Dün gece de bir arkadaşının bize gelmesi için annesi ile program yaptık. Kızım o arkadaşı ile oynamayı çok sevdiği için ona sorma ihtiyacı hissetmedim. Bu sabah, öğleden sonra arkadaşının geleceğini söyleyince birden ters bir tepki geldi: "Hayır, onun gelmesini istemiyorum!" 

Çok şaşırarak, "Neden, ne oldu?"
- "Onun gelmesini istemiyorum, ben onlara gideyim..."
- "Biz annesi ile program yaptık, bugün o gelecek, başka bir zaman da sen gidersin."
- "Hayır, onun gelmesini istemiyorum!"
- "Peki neden? Her zaman bayılırsın onunla oynamaya..."
- "O odamı çok dağıtıyor, herşeyi yere firlatıyor sonra da toplamadan gidiyor, ben toplarken çok yoruluyorum!"

Kızımın oyun odasını toplamak onun sorumluluğunda, bu konuda taviz vermiyorum :)

- "O zaman geldiğinde söylersin."
- "Hayır son sefer söyledim ama beni yine de dinlemedi, gelmesini istemiyorum. Annesini ara ve söyle!"

Ne istediğini de kesin bir şekilde ortaya koydu! Ben onu yatıştırmaya, ayıp olur falan diyerek ikna etmeye çalıştım ama nafile... Başımda durarak arkadaşının annesine mesaj attırttı. "Benim söylediğimi söylersin" diyerek de sorumluluğu üstüne aldı!

Ben çekinerek anneye mesaj attım, biz anneler kızlarımızı koruma adına belki üzülürüz, alınırız, savunmaya geçeriz, küseriz diye endişeleniyordum. Kızımın kızı ile konuşmak istediğini söyledim. Kızım telefonu eline aldı ve açık ve net şekilde arkadaşına şunları söyledi: "Ben senin bize gelmeni istiyorum ama geçen sefer çok dağıttın ve sen gittikten sonra ben çok zor topladım. Eğer bir daha o kadar çok dağıtmayacağına ve oyun bitince toplayamaya yardım edeceğine söz verirsen bize gelebilirsin." Arkadaşının cevabından sonra da "tamam seni bekliyorum" dedi ve telefonu kapattı. Ne dedi arkadaşın diye sordum, "Tamam söz veriyorum" dediğini söyledi...

Bu kadar basit aslında galiba... alınmaca, gücenmece, darılmaca yok...


2 Ocak 2013 Çarşamba

2013'e girerken: Mutlu Olmak İsteyen Adam

"İhtiyaç duyulan şeyi istemek için başkalarına yönelmeyi öğrendiğimizde, bütün bir evren açılır önümüzde. Hayat, başkalarına açılmaktır, içimize kapanmak değil. Başkalarıyla bağ kurmayı sağlayan her şey olumludur."

Yukardaki alıntı, Laurent Gounelle'in ülkemizde yayınlanan son kitabından bir alıntı, Mutlu Olmak İsteyen Adam. Aslında bu kendisinin ilk kitabı, 2008 yılında basılmış. İkinci kitabı, Tanrı Daima Tebdil-i kıyafet Gezer 2010 yılında basıldı. Geçtiğimiz ekimde ise 3. kitabı Fransa'da çıktı, Le philosophe qui n'etait pas sage (Bilge olmayan filozof). Ülkemizde gördüğü ilgiye istinaden yakında bu kitabında Türkçe'ye çevrileceğinden kuşkum yok...

Gounelle'in kitapları, piyasada yüzlerce olan kişisel gelişim kitaplarından farksız değil. İnsan bir olduğuna göre, her biri farklı şekillerde gösterseler de hepsi yine kulağa işaret ediyor :) Hatta Gounelle'i, kitaplarını roman olarak sınıflandırmasını eleştirenler de bayağı çok. İçlerindeki hikayeyi, örgüyü zayıf bulanlar var. Belirli konuları anlatmak için bir zemin var sadece diyenlere özellikle yurt dışındaki sitelerde rastladım. Bu tarz kitaplar, genellikle bir dönem çok popüler olup sonra ortadan kayboluyorlar. Örneğin, Ferrari'sini Satan Bilge gibi. Büyük ustaların (Eckhart Tolle, Antony Robbins, Paulo Coelho, Caroline Myss,.... ) çok derin kitapları var, ancak bazen daha "light - hafif - popüler" bir kitap okumak tam hedefe vardırabiliyor... Gounelle'in kitapları da terapiye değilde, koçluğa ihtiyacı olanlar için çok başarılılar.

Mutlu Olmak İsteyen Adam kitabında öncelikle inançlarımız ve onların yansımalarını anlatıyor. (Ben de zaman zaman bu konuya değiniyorum blogumda). Kendimizi iyi hissetmenin önemini, yaşam amacımızı belirlemek için mutluluğu havuç olarak kullanmamızı ve bunu gerçekleştirmek için de yapılması gerekenleri kolay anlaşılır bir tarz da anlatıyor. Özellikle para kavramı ile ilgili bir bölüm enteresan, paraya bakışı hepimizin işine yarayacak bir bakış...

"Para nasıl kazanılıyor ve nasıl harcanıyor? Para en iyi yanlarımızı vererek yeteneklerimizi uygulamaktan kaynaklanıyorsa sağlıklıdır. Bu durumda onu kazanana gerçek bir tatmin sağlar. Ama eğer başkalarını, örneğin müşterileri ya da ortaklarını suistimal ederek kazanılmışsa, bu durumda, sembolik olarak, negatif enerji denebilecek şeyi yaratır. Şamanlar buna 'Huşa' derler. Bu Huşa tüm dünyayı aşağı doğru çeker, ruhları kirletir ve sonuçta soyulanı da soyguncuyu da mutsuz eder. Soyguncu bir şey kazanmış gibi hissedebilir kendini, ama onun içinde biriktirdiği şey, daha fazla mutlu olmasını engelleyecek bu Huşa'dır. İnsan yaşlandıkça bu yüzünden okunur, üstelik biriken servet ne olursa olsun, bu böyledir... Oysa ki, kendindeki en iyi şeyi vererek ve başkalarına saygı göstererek para kazanan kişinin kendisi de serpilip gelişerek zenginleşir."

Her yeni seneye başladığımızda yeni kararlarımız hedeflerimiz olur. 2013'ün kalplerinize hitap ederek, mutluluk, sağlık, bereket, ve neşe getirmesini temenni ederim. Yeni yıl kararlarınızı uygularken belki işinize yarar diye kitaptan bir alıntı daha yapmak istedim:


" Başarılı bir hayat, kişinin arzularına uygun sürdürdüğü, daima kendi değerleriyle uyum içinde hareket ettiği, yaptığı şeye elinden gelenin en iyisini kattığı, olduğu haliyle uyum içinde yaşadığı bir hayattır. Ve mümkünse, kendimizi aşma fırsatını elde ettiğimiz, kendimizden başka bir şeye kendimizi adadığımız ve insanlığa çok mütevazi olsa da, küçücük bir şey de olsa bir şey kattığımız bir hayattır. Rüzgara bırakılmış küçücük bir kuş tüy. Başkalarına bir gülümseyiş."