28 Şubat 2012 Salı

Küçük Ruh'un Hikayesi


Aşağıdaki hikaye Ayna Teorisi'ni çok güzel anlatıyor, daha önce okuduysanız bile zaman zaman tekrar okumak çok iyi geliyor...Önce hikayeyi sonra da bizi bize anlatan insanları ve onları nasıl yorumlayacağımızı paylaşacağım...



Günün birinde küçük Ruh heyecan içinde Tanrı'ya gider ve ona "Ben kim olduğumu biliyorum" der.
Tanrı; "Peki sen kimsin?" der.

Küçük Ruh "Ben ışığım" der. Ve Tanrı "Doğru sen IŞIKSIN!" der.

Küçük Ruh bir an düşünür ve "Ama ben ışık OLMAK istiyorum" der." Işık olduğumu biliyorum ama Işık olmayı kendim deneyimlemek istiyorum. Kendi deneyimlerimle bilmek istiyorum." der.

Tanrı" Oh anladım, sen halihazırda olduğun şeyi deneyimlemek istiyorsun." der.

Küçük Ruh "Evet istediğim budur, kendimi ışık deneyimlemek istiyorum-sadece bilmek yetmiyor. Işık olmayı yaşamak istiyorum."

"Bunu anlayabiliyorum." der Tanrı, "Ancak bu zor bir iş. Çünkü yarattığım Işıktan başka bir şey yok ortada, ve senin ışığın güneşin içindeki bir mum gibi, sen orada milyarlarca ve milyarlarca başka mumların arasındasın ve hepiniz birlikte güneşi oluşturuyorsunuz. Bu mumlardan bir tanesi dahi olmazsa güneş de olmaz. Işıkların arasında ışığını fark etmek istiyorsan bu oldukça karışık bir bilmece."

"İyi ama sen Tanrı 'sın, bir çözüm bulursun" der küçük Ruh.

"Düşündüm ve buldum" der Tanrı bir süre sonra. "Kendini ışıkların içinde bir ışık olarak fark etmen imkansız olduğuna göre, seni olmadığın bir şeyle kuşatacağız ve bunun adını karanlık koyacağız. Seni senin tam zıddın olan bir şeyle sararak ne kadar parlak bir ışık olduğunu deneyimlemeni sağlayacağız."

Küçük Ruh "Tamam ben karanlığı getirmeye razıyım, böylece Işık olabileceğim." der. 

Tanrı "Bunu senin için istedim. Seni karanlıkla kuşatacağım ama kendini kuşatılmış bulduğun an yumruğunu kaldırıp göklere küfretme, sadece karanlığı aydınlatan bir ışık ol ki dokunduğun yaşamların hepsi de senin ne olduğunu bilebilsinler. İnsanların önünde parlamalısın ki onlar da kendi ışıklarının yansımalarını görebilsinler." der.

"Bunu sahip olduğun ilahi özelliklerin herhangi biri ile yapabilirsin. Şimdi yaşam formunun ucunda iken 'Ruh Amacı' olarak seçtiğin ve yaşamlar boyunca seçmeye devam edeceğin özelliklerimden birini dikkatlice seç. İyi ve akıllı bir seçim yap."
Küçük Ruh büyük bir heyecanla "Yani önümdeki yaşam için Mutluluk, Neşe, Akıl, Barış, Sevgi yada başka birşey olabilir miyim?" diye sorar.

"Haklısın" der Tanrı.

"Seçtim" diye bağırır küçük Ruh, "Bağışlamayı deneyimlemek istiyorum."

Tanrı "Evet bu senin için büyük bir gün, Bağışlama olmayı seçtin ve olacaksın. Yalnız bir sorun var, ortada bağışlanacak kimse yok."

"Hiç kimse yok mu?" der küçük Ruh.

"Etrafına bir bak. Senden daha az mükemmel, daha az parlak kimse görüyor musun? "Küçük Ruh döner ve evrenin dört bir yanından olan biteni seyretmeye gelen diğer Ruhlara bakar. Tek görebildiği hepsinin de en az kendi kadar mükemmel, parlak ve büyük olduğudur.

"O zaman ben kimi bağışlayacağım? Benden daha az mükemmel bir varlık yoksa ortada ben mükemmelliği nasıl deneyimleyeceğim? diye sorar. 

Tam o sırada bir Ruh kalabalığın önüne çıkar dostça. "Üzülme beni bağışlayabilirsin. "der.
Küçük Ruh "Sen kimsin" der.

Dost Ruh "Ben kalabalığın içinden herhangi biriyim, sadece bir adım öne çıkmayı seçtim. Sana önündeki yaşam süreci içinde bağışlanacak birisini temin edeceğim, sana öyle birşey yapacağım ki sen de bağışlamayı deneyimleyeceksin."

"Ne, ne yapacaksın? Nasıl yapacaksın? diye sorar küçük Ruh heyecan içinde.

"Neden bunu yapacaksın? Sen de en az benim olduğum gibi tam bir güzelliksin, ışığın parlak kişiliğinin simgesi olarak parıldarken neden böyle birşey yapasın ki? Titreşimlerinin hızı sana öyle bir parlaklık kazandırıyor ki gözlerimi kamaştırıyorsun. Bu titreşim düzeyini yavaşlatmak istemeni anlayamıyorum. Böyle korkunç birseyi yaparak kendini niye ağırlaştırasın ki?

"Çünkü" der dost Ruh "Bunu yapacağım, çünkü seni seviyorum. Öyle şaşırmış bakma bana...Hatırlamıyor musun sen de benim için aynısını yapmıştın. Bu kadar çabuk mu unuttun? Hatırlasana seninle herşey olduk. Yukarısına da çıktık, aşağısına da indik, soluna sağına, öncesine sonrasına gittik. Herşeyin iyi ve kötü yanları olduk. Her ikimiz de bir diğerimiz için bir diğer yani oluşturduk. Mutlaka hatırlarsın sen benim katilim, ben de senin katilin olmadık mı? Evet bir noktada haklısın. Titreşimimi senin tanımladığın şekilde düşürmek hiç de kolay olmayacak, ama olsun, ben de senden bir başka yaşam süreci için benzer birsey isterim....yeter ki sen bağışlama olabil.

"Ne istersen yaparım" der küçük Ruh "Kendimin ne olduğunu deneyimlemek için ne gerekirse yaparım. Söyle karşılığında ne istiyorsun.

Dost Ruh şöyle der "Sana vursam da, yüzüne tükürsem de, sana olabilecek en büyük kötülüğü yapsam da, aynı anda gerçekten KiM olduğumu anımsa. Eğer beni şimdi olduğu gibi unutursan, bende kendimi hatırlayamam. Daha da kötüsü sende kim olduğunu unutursan bize bunu hatırlatacak bir üçüncüye ihtiyaç duyarız.....
                           
Neale Donald Walsch

11 Şubat 2012 Cumartesi

Duyguların Rengi (The Help)

Bayağı uzun zaman oldu yazmayalı. Sömestr tatili, kar tatili ile çakışınca çocukları eğlendirmek başlıbaşına bir iş oldu ;) Gecen hafta da uzun zamandır peşinde olduğun bir proje pat diye karşıma çıktı ve onunla uğraştım. Tam "secret" olayı oldu... Ancak nasıl bir hayat dönemeci olduğunu tam olarak gerçekleşince paylaşacağım...


Ne kadar yorgun olursam olayım, uykuya dalmadan önce mutlaka kitap okumam gerekir. Kitap beni günlük sorunlardan, meselelerden uzaklaştırır, başka bir dünyaya götürür. O dünyayı keşfederken de güzelce uykuya dalarım. Tabi evrende "tesadüf" diye bir şey olmadığından, elimde olan kitap o anda tam da benim ihtiyacım olandır. Öğretir, keşfettirir, hatırlatır....Son 3 gündür okuğum bir kitap da beni yine aldı götürdü...


Kitabın adı "The Help". Tavsiyesine güvendiğim arkadaşım Funda çok methetti. Ingilizcesi onda varmış verdi. Aslında Türkçe de okuyabilirdim ancak incelediğimde orijinalinde o dönemin zencilerinin konuşma şekli de yansıtıldığı için onu tercih ettim.


Kitap 1960'ların başında Jackson, Mississipi'de geçiyor. Zenciler, beyaz ailelerin yanında hizmetli olarak çalışıyorlar. Kölelik 2 nesil önce bitmiş ancak ırk ayrımcılığı hala çok. Giriş teması "Hizmetlinle aynı tuvaleti paylaşmak istemiyorsun ama ona çocuğunu emanet ediyorsun!" Kitabı henüz okumayanlar için detayına girmeyeceğim, çok özetle, zenciler için evlerde aynı tuvalet olması kampanyası başlatılmak isteniyor, olayların gelişimiyle de bir beyazın yardımıyla zenci hizmetliler hikayelerini kitaplaştırmaya karar veriyorlar... Tahmin edebileceğiniz gibi kitap basılıyor ve herkes okuyor. İşin ironik tarafı, okuyanların bazıları kendi hayatlarının anlatıldığının farkına bile varmıyorlar! Öyle bir cam fanusda yaşıyorlar ki...


Kitabı bitirdikten sonra iki farklı konu düşündürdü beni. Birincisi aradan 50 sene geçmiş olsa da, hatta Amerika'nın başkanı zenci birisi seçilse de insanlar değişmiyor. Belki renklere göre ayrımcılık eskisi kadar yok ancak sınıf farkı hala var ve malesef hep olacak. 


En basitinden tuvalet konusu. Bizim ülkemizde, büyük şehirlerde belirli bir kesimin evinde devamlı, hatta yatılı yardımcı kişiler var. Çoğu kişinin yardımcılarıyla aynı tuvaleti paylaşmak istemediklerini ben biliyorum. Evler o şekilde yapılıyor "hizmetli tuvaleti" gururla gösteriliyor. Bu kitabı okuyana kadar ben de bu tuvaletlerin ne anlama geldiğini anlayamamışım. Şimdi düşünüyorum da başta tuvalet olmak üzere başka ne gibi ayrımcılıklar yapıyoruz acaba? Gece yarısı uyanan çocuğumuzu koynuna almasına ses çıkarmıyoruz da aynı tuvaleti kullanmak mı ağrımıza gidiyor veya bizde olmayıp da onda olan mikroplardan mı koruyoruz kendimizi? Veya da tuvalet eğitiminin tam olmadığını düşünüp, heryeri pisleteceğinden mi çekiniyoruz??? (Bu arada benim oturduğum evlerle ayrı hizmetli tuvaleti yoktu ama bu şimdiki farkındalığıma kadar istemedim anlamı da gelmez)


Sınıf ayrımcılığı şirketlerde, devlet kademelerınde her yerde var. Özel yemek salonları, dinlenme yerleri, park yerleri... Ne yaparsak yapalım dünya döndükçe devam edecek herhalde...


Bu kitabın bana hatırlattığı başka bir konu ise Amerikalıların öz eleştiri yapabilme, bir şekilde özür dileyebilme becerileri. Medya ile duygu sömürüsünü enaz bizim kadar yapıyorlar ancak çoğu zaman bir şekilde konudan ders çıkartarak, programları pozitif sonlandırıp, kendilerini büyütücü bir deneyim haline dönüştürmeyi beceriyorlar. Dikkat ederseniz Amerikan dizileri hep öyle. Oprah, 25 senelik şovunda çok dramatik konular işledi (son senelerini iyi takip ettim) çok acılar anlattı ancak hep sonunu "umut" ile kapattı. Medya'nın tüm mesajlarının bu şekilde olması sizce toplumu nasıl etkiler? Ağdalı melodramalarda boğulmak yerine, her şerde bir hayır vardır duygusuna getirmek? Ne kadar dibe vurulursa vurulsun hep bir çıkış yolu vardır hissi insana kendini iyi hissettirmez mi? Mucizelere inanıp kendi mucizelerini yaratmaya çalışmazlar mı? Amerikalıların herşeyini eleştirebiliriz ancak sırf bu bakış açıları onları affettirmez mi?


(Bu arada kitaba bayıldım, mutlaka okuyun, filmi de çekilmiş ama kitabın hissini verir mi bilmem?)